Etkinlikler

Toprak Etiği Uygulama ve Araştırma Merkezi, 22-23 Mayıs 2023 tarihlerinde "Toprak Etiği Eğitim Projesi" düzenliyor. Toprak Etiği Eğitim Projesi bir sertifika programıdır.

Merkezimizin "Beytepe'de Doğa Yürüyüşü 3" etkinliğine bekliyoruz.

Merkezimizin 22 Nisan Dünya Günü etkinliğine bekliyoruz.

Moderatör: Prof. Dr. Ufuk Özdağ, Toprak Etiği Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü  
Etkinliğin youtube videosu için tıklayınız:
https://www.youtube.com/watch?v=Wd41lb5fkmE&t=800s

Dr. Mitchell Thomashow

Dr. Mitchell Thomashow devotes his life and work to promoting ecological awareness, environmental learning, improvisational thinking, social networking, and organizational excellence. Currently his passions are teaching, writing, and advising, cultivating opportunities and exchanges that transform how people engage with environmental learning, sustainability, and the arts.

Thomashow’s books have significantly influenced environmental studies education: To Know the World: A New Vision for Environmental Learning, The Nine Elements of a Sustainable Campus, Bringing the Biosphere Home, and Ecological Identity.

From 2016 – 2017, Thomashow was the Sustainability Catalyst Fellow at Philanthropy Northwest. The Fellowship promotes awareness of sustainability, community, and place. He wrote a report, Pacific Northwest Changemakers, that profiles eight exemplary, community-based sustainability projects. 

From 2011 – 2015, Thomashow was the Director of the Presidential Fellows Program at Second Nature. He assisted the executive leadership of colleges and universities in promoting a comprehensive sustainability agenda on their campuses, provided executive consulting on climate action planning, organizational leadership, curricular implementation, and community investment.

From 2006 – 2011, Thomashow was the president of Unity College in Maine. With his management team, he integrated concepts of ecology, sustainability, natural history, wellness, participatory governance, and community service into all aspects of college and community life. This included construction of The Unity House, the first LEED Platinum President’s Residence in North America, and the TeraHaus, a passive house student residence, as well as comprehensive campus energy planning, an integrated approach to growing food on campus, and a new academic master plan.

Previously from 1976 – 2006, Thomashow was the Chair of the Environmental Studies program at Antioch University New England. He founded an interdisciplinary environmental studies doctoral program and worked collaboratively to grow and nourish a suite of engaging Masters programs, geared to working adults.

https://www.mitchellthomashow.com/about


TOPRAK ETİĞİ SÖYLEŞİLERİ - LAND ETHIC CONVERSATIONS

Hava muhalefeti nedeniyle 1 Kasım Cuma günü gerçekleştiremediğimiz etkinliğimiz 8 Kasım Cuma gününe alınmıştır. Etkinliğimiz aynı yer ve saatte gerçekleşecektir.

TOPRAĞIN SESİ KONFERANSLARI

Mehmet Başaran

1961 yılında Ankara'da doğdu. Orta ve Lise eğitimini, Ankara Tevfik Fikret Lisesi'nde tamamladı. Daha sonra, ODTÜ Mühendislik Bilimleri Bölümü'nden Uygulamalı Mekanik Mühendisi olarak 1985 yılında mezun oldu. 1985 - 2010 yılları arasında, İnşaat ve Mimarlık alanındaki birçok projede uygulamacı ve tasarımcı olarak görev yaptı. Halen, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası üyesidir. Çevre konularına olan özel ilgisi neticesinde, bu alanda bir şeyler yapmaya karar vererek, 2010 yılında "Ecotec Atık Yönetimi ve Geri Dönüşüm Hizmetleri" şirketini kurdu ve çalışmalarını "Kompostlaştırma Sistemleri" üzerine yoğunlaştırdı.

Organik Atıklar ve Kompostlaştırma Çözümleri konusunda, yurtdışındaki çeşitli projelere ve eğitimlere katıldı. Organik atıklarının yerinde kompostlaştırılması için Türkiye'deki birçok kompost sistemin kurulumunu da gerçekleştirdi. Halen, Organik Atıkların Yönetimi ve Kompostlaştırma Çözümleri üzerine çalışmalarını sürdürmekte ve konunun yaygınlaştırılması için yazılar yazmakta ve eğitimler vermektedir. Bir doğa gönüllüsü olan Mehmet Başaran, hepimiz için daha sürdürülebilir bir dünyanın yaratılmasına katkı sunmak amacıyla oluşturulan, Ecostore "solutions for a better planet" e-ticaret platformu'nun da kurucu ortağıdır.


HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ BEYTEPE YERLEŞKESİ’NDE DOĞA YÜRÜYÜŞÜ

Toprak Etiği Uygulama ve Araştırma  Merkezi tarafından ikincisi düzenlenen Beytepe’de Doğa Yürüyüşü etkinliği, 2 Kasım 2018 Cuma günü gerçekleşecek. Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Sadık Erik rehberliğinde  gerçekleşecek doğa yürüyüşü için katılımcılar Atatürk Anıtı önünde toplanacaklar. Saat 11.00’de başlayacak etkinlik yaklaşık 2 saat sürecek. Etkinliğimize bekliyoruz...

BİLİMDEN SANATA: EKOLOJİNİN DÜNÜ VE BUGÜNÜ

Ekolojinin Dünü ve Bugünü konferansının video kaydı

 

BEYTEPE’DE DOĞA YÜRÜYÜŞÜ

TOPRAĞIN SESİ KONFERANSLARI

Toprağın Sesi Konferansları kapsamında Av. Süleyman Çetin konferansının video kaydı


Hacettepe Üniversitesi Toprak Etiği Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin düzenlediği "Toprağın Sesi Konferansları” kapsamında, Av. Süleyman Çetin “Toprağın Yaşam Hakkı ve Hukuk” başlıklı bir konferans verdi. Etkinliğin açılış konuşmasını Merkez Müdürü Prof. Dr. Ufuk Özdağ yaptı.


TOPRAĞIN SESİ BELGESELLERİ

Ekolog ve yazar Dr. Sandra Steingraber'ın Living Downstream adlı kitabından uyarlanan belgesel filmin gösterimine davetlisiniz. 

Living Downstream adlı belgesel insan sağlığının çevre sağlığıyla ilişkisinin, çeşitli kanserlerin zehirli kimyasallarla kirletilmiş çevreyle bağlantısının derin bir bilimsel dokümantasyonudur. Bu önemli belgeselin gösteriminde, Hacettepe Üniversitesi, Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü mezunlarından Ali Can Çakar’ın büyük emeği var. Bu belgeselin ülkemizde gösterimi için Çakar, yönetmen Chanda Chevannes ile iletişim kurup belgeselin Türkçe altyazılarını hazırladı. Bir insan ve doğa hakları deklarasyonu olan belgeselin ülkemizin tüm eğitim kurumlarında, halk sağlığı ve çevre sağlığıyla bağlantılı tüm kuruluşlarımızda gösterimine büyük önem veriyoruz.
Bu önemli belgeselin fragmanı için: http://www.livingdownstream.com/ 


TOPRAĞIN SESİ KONFERANSLARI

Hacettepe Üniversitesi Toprak Etiği Uygulama ve Araştırma Merkezi, Toprağın Sesi Konferansları, Prof. Dr. Hakan Yiğitbaşıoğlu Konferansının Video Kaydı

Hacettepe Üniversitesi Toprak Etiği Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü 
Prof.Dr. Ufuk Özdağ’ın Açılış Konuşması - 22 Kasım 2016

Değerli Öğretim üyeleri, Orman ve Su İşleri Bakanlığından ve Ekonomi Bakanlığından Sayın Konuklarımız, Sevgili Öğrenciler, Değerli Konuklarımız,
Hacettepe Üniversitesi Toprak Etiği Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin düzenlediği “Toprağın Sesi Konferansları”na hoşgeldiniz. Bugün bu etkinliğimizin üçüncüsünü gerçekleştiriyoruz. Bu çerçevede Ankara Üniversitesi, Sosyal Çevre Bilimleri Anabilim Dalı Başkanımız Sayın Prof. Dr. Hakan Yiğitbaşıoğlu “Ülkemizde Sulak Alanların Çevre Sorunları” başlıklı bir konuşma yapacaklar.
Sıklıkla ifade edildiği gibi, doğayı sadece bilimsel olarak anlamak doğaya tavrımızda pek fazla değişiklik yaratmıyor. Bilimin, değerler eğitimiyle, etikle, birleşmesi gerekiyor. Merkezimiz Üniversitemiz bünyesinde bilimleri ve sanatları bir araya getirerek ülke çapında doğayı koruma kültürünün yaygınlaştırılmasına hizmet etmektedir.
Dünyada gittikçe yaygınlaşan Toprak Etiği düşüncesi  (ünlü doğa korumacı Aldo Leopold’un yarattığı bir kavramdır bu) en öz haliyle topluluk anlayışımızı insanın dışındaki doğaya, karalara sulara hayvanlara,  kuşlara, bitkilere genişletmek demektir. Sadece insanı değil insanın dışındaki varlıkları da topluluk üyesi olarak görmek demektir. Toprak Etiği insanın etik gelişiminin, ahlak gelişiminin en son evresidir. Üzerinde yaşadığımız toprakları bozmadan yaşayabilmek demektir…  Eğer bir toplumda Toprak Etiği varsa bu o toplumda ekolojik bilinç var demektir. Bu da toprakların sağlığı için birey bazında sorumluluk alındığını gösterir. Böyle düşünen insanların bir toplumda çoğalması toprak etiğinin benimsenmiş olmasının en büyük kanıtıdır.
Yaklaşık iki ay kadar önceydi, Sayın Yiğitbaşıoğlu’nu davet ettik, Merkezimizde bir konferans verir misiniz diye ricada bulunduk. Sayın Yiğitbaşıoğlu davetimizi kabul ettiler. Hocamız, “Sulak Alanların Sorunları” üzerine konuşayım deyince, büyük bir heyecan duyduk, çünkü topluluk anlayışımızı bu sefer sulak alanlarımıza  genişletebiliriz, dedik.  Çünkü Sulak alanların yaşam hakkı sayısız canlı varlığın yaşam hakkı demektir. Sulak alanların yaşam hakkı biyoçeşitlilik demektir. Biyoçeşitlilik de bir ülkenin sahip olacağı en büyük zenginliktir.
Ama ülkemizde kurutulan Amik gölü ve sulak alanlarına ilişkin bazı anılarım da depreşti. Antakya’nın 1950’lilerdeki halini hatırlayanlar (tabi yaşları bir hayli ilerlemiş kişiler) burada bir zamanlar var olan gölü ve sulak alanları üzülerek anlatıyorlar. Bu alan her yıl yüzbinlerce göçmen su kuşuna ev sahipliği yaparmış çünkü burası Afrika-Avrasya kuş göçleri üzerinde bulunurmuş. Civarda bulunan yetmişe yakın köyde sürdürülebilir yaşam varmış.  Anlatıldığı üzere, yeni tarım alanları açma gayesiyle 50’ler, 60’lar ve 70’lerde gerçekleşen talihsiz kurutma çalışmalarıyla tamamen kuruyan bu alanda artık tam bir çevre trajedisi yaşanıyor. Bir zamanlar sayısız kuş türüne beslenme alanı olan bu yer yok artık. Daha da trajik olan durum, tarım amacıyla kurutulan bu alanda artık tarım da pek yapılamıyor. Kurutma sonrası bölgedeki biyoçeşitlilik tamamen yok olmuş, yörenin sürdürülebilir ekonomisi sona ermiş. Artık bölgeye göçmen kuşlar da uğramıyor. Bir zamanlar yöre için önemli gelir kaynağı olan balıkçılık sona ermiş yöre halkında yoksulluk baş göstermiş. Bir zamanlar yağmurları regüle eden sulak alanlar olmadığı için de bölge sık sık sel baskınlarına maruz kalıyor. Kısacası bu bölge, göl ve sulak alanlarını geri istiyor. Tabi, Amik hikayesi, ülkemizde trajedilerden sadece bir tanesi. Bildiğim kadarıyla 20. yüzyılın ikinci yarısında, ülkemizde tam 38 tane sulak alan kurutulmuş.
Ancak ben kurutulan sulak alanlar içinde Amik’in başına gelenleri gözlerimle gördüğüm için, bu sulak alan üzerine, yöre halkı ile görüşmeler yaptıktan, araştırmamı tamamladıktan sonra bir yazı yayımladım. Bu yazı, bir bakıma, Leopold’un “Sulak Alana Ağıt” yazısı gibi, Amik’e bir ağıt oldu. Leopold bu yazısında talihsizce kurutulmuş bir sulak alanı anlatır. Önce tüm canlı varlıklarıyla birlikte bu eşsiz değere sahip alanın oluşumunun jeolojik tarihini gözler önüne serer, sonra da bu alanın insan faaliyetleriyle acımasızca kurutuluşunu, son derece etkileyici şiirsel bir dille anlatır. Yazıda, yöre insanları yaptıkları hatanın farkına varıp drenaj kanallarını geri kapatarak yörenin tekrar sulak alana dönüşmesini sağlarlar. Gerçek bir olaydır bu.
Ben Leopold’un bu yazısını, Bir Kum Yöresi Almanağı (A Sand County Almanac) adlı kitabındaki diğer tüm yazıları gibi, önemsiyorum çünkü bize, doğa algımızdaki büyük bir eksikliği gösteriyor.  Bizler jeolojik ve evrimsel zamanda görmeyi bilmiyoruz. Sadece şu içinde sıkışıp kaldığımız anı görüyoruz. Öyle olunca da son yarım yüzyılda meydana gelen çevre felaketlerini normal karşılayabiliyoruz... Oysa jeolojik ve evrimsel zamanda görme yetimiz olsaydı, işte o zaman sürekli yas tutar dururduk yok ettiğimiz bu habitatlar için. Bu hüzünle, onları geri getirme çabası içine de girebilirdik.
Sulak alanlar, Leopold’un deyimiyle, paleontolojik imtiyazlarla donanmış bir asalete sahiptir. Belki de Leopold’un yazar olarak en büyük zenginliği bu derin zaman algısıydı. Dünyamızın ve canlı türlerinin, yüzbinlerce yılda meydana gelmiş olması -her bir canlı varlığa bakarken onu çağlar boyu oluşumların bir ürünü olarak görmesi- onun en belirleyici özelliğiydi. Leopold’un sadece yaşadığı zamanı değil de mevsimsel, jeolojik ve evrimsel zamanı algılıyor olması, tüm varlıkları, tüm peyzajları çok değerli kılan bir bakış açısıdır.
Leopold, ‘Sulak Alana Ağıt’ yazısında, sulak alanların gözünden bize bir çevre tarihi dersi veriyor. Çünkü içinde bulunduğumuz şu an o milyonlarca yıldır evrim sürecinde sadece bir talihsiz dönemdir, talihsiz bir zaman dilimidir, bir çevre müdahalesi olmuştur… son 50 - 60 yıl diyelim. Ama bu durum evrimsel şüreçte ümitsizliğe kapılınması gereken bir durum değildir. Geçmişte yapılan çevre hatalarını tamir edeceğiz. Tahrip olan alanları geri getireceğiz... toprak sağlığı için çalışacağız. İşte Toprak Etiği Merkezini bu anlayışı teşvik etmek için kurduk.
Şimdi de, Sayın Hakan Yiğitbaşıoğlu’nu tanıtıp, sözü kendilerine bırakacağım.

HAKAN YİĞİTBAŞIOĞLU 1961 yılında Ankara’da doğdu. Yiğitbaşıoğlu lise yıllarından başlayarak ilgilendiği kürek sporunun da etkisiyle 1980 yılında Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Fiziki Coğrafya ve Jeoloji kürsüsü’ne girerek 1984 yılında (1982 yılında kürsüler birleştirildiği için) Coğrafya Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı bölümde 1986 yılı sonunda Araştırma Görevlisi olarak akademik hayata başlamış ve halen aynı bölümde Profesör olarak görevine devam etmektedir. Hakan Yiğitbaşıoğlu’nun başlıca bilimsel ilgi alanları arasında yeryüzü şekilleri (Jeomorfoloji), geçmişteki coğrafi koşullar (Paleocoğrafya), volkanoloji ve günümüzdeki çevre sorunları sayılabilir. Hocamızın bu alanlarda birçok bilimsel yayını bulunmaktadır.
Yiğitbaşıoğlu, Jeomorfoloji Derneği, Türkiye Çevre Vakfı, Ankara Üniversitesi Çevre Merkezi ve Türkiye Coğrafyası Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin (TÜCAUM) yönetim kurulu üyeliğini sürdürmektedir.
Sayın Yiğitbaşıoğlu’nun konuşmasının, sulak alanlarımıza, topraklarımıza, sularımıza, biyoçeşitliliğe, yabanıl doğaya ve yaban hayatına farkındalığımızı artırıcı bir etki yaratmasını dileyerek herkese verimli bir toplantı diliyorum.


Hacettepe Üniversitesi Toprak Etiği Uygulama ve Araştırma Merkezi, Toprağın Sesi Konferansları, Keith Tidswell Konferansının Video Kaydı

 

 

 

 


GEYİK: Biyoloji Kültür Koruma

SEMPOZYUM

Üniversitemiz Toprak Etiği Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin düzenlediği “Geyik: Biyoloji Kültür Koruma” başlıklı sempozyum, 04 Nisan 2016 Pazartesi günü Üniversitemiz Beytepe Yerleşkesi Mehmet Akif Ersoy Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.

Hacettepe Üniversitesi Toprak Etiği Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü
Prof.Dr. Ufuk Özdağ’ın Sempozyum Açılış Konuşması

Değerli Hacettepeliler, Değerli Konuklar, Sevgili Öğrenciler,

“Geyik: Biyoloji Kültür Koruma” Sempozyumuna Hoşgeldiniz.

Tüm gün sürecek sempozyumumuz için siz katılımcılarımızı, konuşmalarını yapmak üzere Ankara’dan ve Ankara dışından gelen akademisyenleri, araştırmacıları ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünden uzmanları Hacettepe’de ağırlıyor olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz.
Bahara tesekkürlerimizle başlayalım diyorum. O kasvetli havaları geride bıraktık. Beytepe yerleşkemize baharın renkleri, ışıkları gelmeye başladi. Beytepe Yerleşkesinde farklı zamanlarda 150’ye yakın kuş türü gözlemleyebiliyoruz, çünkü bu değerli alan küçük ötücü göçmen kuşlar için konaklama ve beslenme alanı. Beytepe Kampüsüne doğru yol alırken ‘Geyik çıkabilir’ tabelası yüzümüze gülüyor. Kampüste henüz geyik yok ama onları geri getirmek için düzenledik bu sempozyumu.


Üniversitemizde, sadece fen ve mühendislik dallarında değil, sosyal bilimlerden insani bilimlere, güzel sanatlardan eğitime, bölümler ve anabilim dalları yeşeriyor.  2014 yılında kurulan merkezimizin faaliyet alanlarından bir tanesi de nesli tehdit altındaki türlere farkındalık yaratmaktır.
Geçen sene Nisan ayında, Hacettepe Üniversitesi Toprak Etiği Uygulama ve Araştırma Merkezi olarak, turnalar üzerine bir sempozyum düzenledik. Bildiğiniz gibi Telli turnaların, dünyanın başka yerlerinde değil de anavatanları olan ülkemizde nesli tükenme noktasında…
Daha sonra, bu etkinliği her yıl tekrarlayalım kararı aldık ve bu sene geyik dedik. Geyik dedik çünkü geyik ülkemizde tükenme noktasında, hem de biz Hacettepeliler için simgesel önemi var: Üniversitemizin amblemi geyiktir.
“Anadolu Turnaları: Biyoloji, Kültür, Koruma” sempozyumunda olduğu gibi, “Geyik: Biyoloji, Kültür, Koruma” sempozyumunda da yine farklı disiplinlerden gelen araştırmacıları biraraya getiriyoruz. Böylece Merkezimizin, doğa söz konusu olunca, fen bilimleriyle sosyal bilimleri, edebiyatı, sanatı ve eğitimi birleştirme amacını yine gerçekleştirmiş oluyoruz. “Geyik: Biyoloji, Kültür, Koruma” konulu toplantımızda yine farklı disiplinlerden araştırmacıları tek bir konu çerçevesinde ve Merkezimiz aracılığıyla Hacettepe Üniversitesi çatısı altında birleştiriyoruz.
Dünya çapında 50 kadar geyik türü bulunuyor. Geyikler dünyanın bazı bölgelerinde çok sayıda, kimi yerlerde de tükenmiş… Birçok Avrupa ülkesinde geyik neslinin tükendiği biliyoruz, ancak İngiltere’de geyikleri koruma, geyiklerın üretimi ve tabiata yerleştirilmesi çalışmalarıyla, kızıl geyik sayısında artış olmuştur. Türkiye’deki doğal yaşam alanlarında halen geyikler bulunuyor. Ancak ülkemizde bulunan iki tür geyiğin--kızılgeyik ve alageyiğin nesli tehlike altında. 
Bu arada, posterimizde kullandıgımız Kızıl geyik dünyadaki en büyük geyik türlerinden biridir… Kızıl geyik Avrupa'nın bazı bölgelerınde, Kafkas Dağları bölgesinde, Hazar Denizi'nin batısında görülüyor. Ama ülkemizde tehdit altında…
Bu konulara gün içinde konuşmacılarımız değineceklerdir… Ben ise bugün, geyiği, ekosistem sağlığının simgesi olarak sunmak istiyorum. Yani, eğer yabanıl alanlarda, ormanlık alanlarda geyik varsa bu bölgelerde ekosistem sağlıklı işliyor demektir, diyeceğim… Bunu söyleyebilmek için de ünlü Amerikalı doğa korumacı, ekolog, eğitimci, yazar Aldo Leopold’un bir yazısına değinmek istiyorum:  “Bir Dağ Gibi Düşünmek” bu yazının adı. 
Bu arada, Merkezimizin adı, Toprak Etiği, Leopold’un Toprak Etiği düşüncesinden esinlenmiştir. Vaktinizi almazsam kısaca bahsetmek isterim bu kavramdan. Leopold, 1940’lı yıllarda, “Toprak Etiği” başlıklı özlü bir yazı yazmıştır.  Bu yazı, günümüzde yazıldığı döneme kıyasla çok daha fazla önem kazanmıştır. Bu yazıda kavramlaştırılan toprak etiği düşüncesi ekosistemlerin korunmasına, daha da önemlisi, bozulan alanların, bozulan ekosistemlerin ekolojik restorasyonuna bir yol haritası sunuyor. Bizlere göre toprak hâlâ bir mülk, ekonomik çıkar sağlanacak bir kaynak. Bu durumda Leopold, toprağı da içine alacak yeni bir etik öneriyor. Toprak etiğini, topluluk anlayışının sınırlarının karaları, suları, bitki ve hayvanları, yani tüm toprağı kucaklayacak şekilde genişletilmesi olarak tanımlıyor. Bu düşünceye göre, toprağın sağlıklı işleyişi için, insana faydası olsun ya da olmasın (ticari değeri olsun ya da olmasın) ekosistemin tüm unsurlarına ihtiyaç var.  Etiğin bu tanımına göre günlük yaşamımızın çevrenin sağlığına göre düzenlenmesi, çevre sağlığına zarar gelecek her tür davranışın kınanması, yasaklanması gerekiyor.
İşte Merkezimiz bu önemli göreve hizmet ediyor…
Gelelim “Bir Dağ Gibi Düşünmek” yazısına... Bu yazı esasen geyik eksikliğine değil de geyik fazlalığına dikkatleri çekiyor. Günümüzde Amerika’da 30 milyon civarında geyik var… Geyikler sürekli şehirlere iniyor. Onlar geyik sayısını nasıl kontrol altında tutalım diyorlar. Leopold da “Bir Dağ Gibi Düşünmek” yazısını işte bu sebeple kaleme almıştır... orman ekosisteminin korunması için... Bu ünlü yazıda Leopold, ormanlık alanlarda av hayvanlarının, yani geyiklerin sayısı çoğalsın diye uç yırtıcı olan kurtların (predatör kurtların) yok edilmesini eleştiriyor. Çünkü predatör kurtlar ortadan kaldırılınca sayıları artan geyikler bu sefer dağ florasını ormanları bozuyorlar. Kurtlar olmayınca belki geyik sayısı fazlalaşıyor, ama bu sefer de geyikler fidanları yiyip bitirdiği için ormanlık alanlar yok olmaya başlıyor. İşte buradan yola çıkarak bir doğa koruma felsefesi yaratmıştır, Leopold. Ve çok şiirsel bir şekilde, “Sadece bir dağ bir kurdun ulumasının altında yatan anlamı bilir,” demiştir.
Aldo Leopold bir ormancıydı. Yaban Hayatı Yönetimi diye adlandırdığı yeni bir alanın da kurucusu oldu. Henüz kariyerinin daha başlangıcında, Arizona ve New Mexico’ya, oralardaki Orman Müdürlüğünde hizmet etmek üzere gidiyor. New Mexico’dayken, bir ara, ona kurtları ortadan kaldırma görevi veriliyor. Çünkü bu yırtıcı hayvanlar yüzünden geyiklerin sayısında düşme olmuş. Bu da geyik avcılarına bir tehdit yaratmış. Ama daha sonra Leopold farkediyor ki, sayıları gittikçe artan geyikler yüzünden dağlarda yenebilecek ne varsa -taze fidanlar, çalılar- geyikler tarafından tüketilmiş, dağlar geyik patikalarıyla dolup taşmış ve dağlarda ormanlık alanlar yavaş yavaş yok olmaya başlamış… Leopold, çok şiirsel bir şekilde diyor ki, “nasıl bir geyik sürüsü kurtların karşısında ecel terleri döküyorsa dağ da geyiklerin karşısında aynı ecel terlerini döküyor.”
Yaşadığı bu olay Leopold’u, doğanın dengesinde yırtıcı hayvanların önemini düşünmeye sevkediyor. Yani ekosistemde bir türün ortadan kaldırılması ekosistemin dengesine ağır bir darbe vurabiliyor. Oysa bizim ülkemizde çok farklı bir durum var. Bizler de geyiklerin sayısını arttırmaya çalışıyoruz. Çünkü habitat kaybıyla, ormanlık alanların yok edilmesiyle geyiksizleşen bölgelerde artık yabanıllık yok olmuştur. O büyüleyici güzellikteki asil Kızıl geyiklerimiz, alageyiklerimiz neredeyse masallarda kalmıştır. 
O halde biz Türkler için “Bir Dağ gibi Düşünmek,” ekosistemdeki tüm unsurlar arasındaki derin ilişkileri, derin bağları algılayabilmek demektir… Ve bu derin bağları, biz insanlar, kendimizi doğadan kopuk gördüğümüz zaman, doğanın bir parçası olarak göremediğimiz zaman anlayamıyoruz. Doğa tek bir büyük canlı organizmadır… Ve bütün unsurlar arasındaki mükemmel dengeyle bu çok da karmaşık bir organizmadır. Yeryüzünde, topraklar, dağlar, nehirler, ormanlar, bitkiler ve hayvanlar bölünmez bir bütündür. Bu büyük organizmaya kolektif olarak saygı duyulması gerekir.
Leopold, yarattığı Toprak Etiği düşüncesinde insanın, karaları, suları, bitkileri ve hayvanları da içeren bir büyük topluluğun üyesi olduğunu söylüyor…  Ve bu büyük topluluk topraktır. Bizlerin, doğadaki yerimiz konusunda alçak gönüllü olmaya ihtiyacımız var. Geçtiğimiz yüzyılda geyikleri aşırı derecede avladık, sonra da habitatlarını yok ettik. Çünkü kendimizi toprağın sade bir üyesi olarak değil de toprağın hakimi olarak görüyoruz. Bizlerin bu büyük ekolojik topluluğun vatandaşları olduğumuzu anlamanın zamanı geldi de geçiyor bile… Bu yeni vatandaşlık anlayışı bu topluluğun tüm üyelerine saygı gerektiriyor. Bizler bu topluluğa bu güne kadar yeterince saygılı davranamadık. Çünkü toprağı ve üzerindeki canlıları bize ait bir mülk olarak gördük… Bizler toprağı, bizim de ait olduğumuz bir topluluk olarak görmeye başladığımızda onu sevgi ve saygı ile kullanmaya başlayacağız.  İşte Leopold böyle diyor… 
Şu anda dünyanın birçok bilgesinde geyik nesli tehdit altında değil. Örneğin, biraz önce söylediğim gibi, Amerika’da 30 milyon civarında geyik var. Ancak 100 yıl önce Amerika’da durum böyle değilmiş: 1920’lerde bazı eyaletlerde geyik tamamen tükenmiş. Kansas’ta Indiana’da tamamen tükenmiş. Diğer birçok bölgede de nesli tehdit altındaymış. Aktif koruma çalışmalarıyla, örneğin avcılığa getirilen sınırlamalarla, yeni koruma kanunlarıyla, yırtıcıların kontrol altına alınmasıyla, geyik üretim ve tabiata bırakma faaliyetleriyle, geyik sayıları tekrar yikselişe geçmiş.
Şimdi bizde de, Amerika’da 100 yıl önceki durum söz konusu… geyik neredeyse yok, ormanlar da iyice azalmış. Ekosistem sağlığı diye bir kavram da yok. Ne yapacağız… kollarımızı kavuşturup oturalım mı?  Benim bir edebiyatçı olarak buna gönlüm razı değil. Sanırım doğa korumacıların, ormancıların, fen bilimlerinden akademisyenlerin gönlü hiç razı değildir… İşte bu sempozyumu bu amaçla düzenledik. Geyik sayıları artsın diyoruz… Böylece ekosistem sağlığı adım adım yerine gelsin diyoruz. Sonra bir de bakarız ki, geyik kurt orman, tam bir uyum içinde ve mükemmel bir denge tekrar Anadolu’da varlığını sürdürmeye başlar.
Ulu önderimiz Atatürk’ün dediği gibi, “Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terkedilemez.” Atatürk, “Vatan toprağı kutsaldır” derken, eminim bu topraklardaki tüm canlıları da kastediyordu, geyikleri de kastediyordu... Ve bu sözüyle Atatürk aslında güclü bir toprak etiği çağrısı yapmıştı.
Bizler de bugün, fen bilimlerinde, sosyal bilimlerde, edebiyatta ve eğitimde, ekosistem sağlığını ön plana alan Toprak Etiği çağrısında olduğu gibi, ormanları, geyikleri ve uç yırtıcılarıyla birlikte tüm canlıları da etik sorumluluğun içine alıyoruz. Bu duruşumuzla Hacettepeliler olarak, ülkemiz topraklarında son yarım yüzyılda meydana gelen tahribatın –ormanlık alanların ve geyiklerin tükenişinin- durdurulmasına yönelik katkı yapmak istiyoruz… Ve esasen ahlaki sorumluluğun sınırlarını tüm ekosistemlere genişleterek bir “Toprak Etiği” çağrısı yapıyoruz bu sempozyumla.
Bugün bu sempozyumun gerçekleşmesini sağlayan ve teşekkürü borç bildiğim birçok değerli insan var. Öncelikle Sayın Rektörümüz, Prof.Dr. A. Haluk Özen’e ve Üniversite yönetimimize, sempozyumumuza verdikleri destekten dolayı en içten teşekkürlerimi arz ediyorum. Sempozyumda  bildiri sunacak ve oturum başkanlığı yapacak üyelerimiz  başta olmak üzere Merkezimizin değerli Yönetim ve Danışma Kurulu üyelerine yürekten teşekkürlerimi sunuyorum. Merkezimizin müdür yardımcılığı görevini üstlenen sevgili arkadaşım Doç.Dr. Gonca Gökalp Alpaslan’a ve Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünün çalışkan araştırma görevlisi Koray Üstün’e, sempozyuma hazırlık sürecindeki özverili hizmetlerinden dolayı en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Bu toplantıya desteklerini esirgemeyen Üniversitemiz Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon Birimine; elinizdeki programda ve posterimizdeki olağanüstü güzellikteki tasarımı yapan ve ürünleri basan ERM Tanıtım Ürünleri Şirketi’nin değerli üyeleri Yasemin Kırbıyık, Ogan Keskin ve Tuğrul Gökalp’e; yansıdaki görselleri hazırlayan Merkezimizin danışma kurulu üyesi Yrd.Doç.Dr. Ali Uğur Özcan’a; bu salonun teknik donanımını her zamanki titizliğiyle sağlayan sevgili Çetin Çaglar’a; sempozyumda şu anda görev alan öğrencilerimiz Tuğçe Bulut, Dilek İşler ve Onur Hayırlı’ya yürekten teşekkür ediyorum.
Beytepe Yerleşkesine ve ülkemizin her köşesine geyikleri geri getirmeye katkıda bulunmak amacıyla düzenlediğimiz bu sempozyumun herkes için verimli bir toplantı olmasını diliyor, katılımınız için saygı, sevgi ve teşekkürlerimi sunuyorum.

 

 

 

 


Toprağın Sesi

KONFERANSLARI


 

 

 

 


Anadolu Turnaları: Biyoloji, Kültür, Koruma

SEMPOZYUM